Arkasında yalnızca bezden çadırlar yüklenmiş iki taşıyıcı olan Gabriel, dizginleri elinde, çizmeleriyle gevrek taşlara özenle basarak önden gidiyordu. Üzerinde ilerledikleri patika ancak doru atının korkmadan geçebileceği kadar genişti. Şafaktan bu yana,...
More
Arkasında yalnızca bezden çadırlar yüklenmiş iki taşıyıcı olan Gabriel, dizginleri elinde, çizmeleriyle gevrek taşlara özenle basarak önden gidiyordu. Üzerinde ilerledikleri patika ancak doru atının korkmadan geçebileceği kadar genişti. Şafaktan bu yana, bir yar boyunca nerede olduklarını bilmeden ilerliyorlardı. Sis o kadar yoğundu ki ne gökyüzünü ne de altlannda şiddetle uğuldayan nehri görebiliyorlardı. Birdenbire sis, dev bir ağızdan üflenircesine sazlığın dibinden yükseliverdi. Gevşedi, yavaş yavaş kümeleşti ve kayaların kenarlarında parçalandı. Ilık bir soluk, bir okşama gibi, Gabriel'in yüzünü yaladı. Gabriel gözlerini kırpıştırdı, elini atının omzuna dayadı, öylece durdu. Işık saniyeler içinde parlaklaştı ve gökyüzü berrak bir maviye büründü. Ancak o zaman, yarı yarılamış olduklarını gördü. Patika bir vadiye doğru değil de dev bir baltayla açılmışa benzeyen dağdaki dar bir yarığa açılıyordu. Sayısız bitki ve diken, yarın kaya duvarlarına asılı güneşin altında nemden ışıldıyordu
Less